daha önce bir meczupla veya pskiyatrik bir rahatsızlığı olan biriyle aranızda geçen komik bir diyaloğu yazabilirsiniz :)
........keyiflli olduğu anlarda hayattan onun kadar zevk alan çok az insan vardır eminim. öyle ki, pskiyatri servisinde yatan allahlık! hastalarla bile bir komedi filmi çekebilecek donanım vardı fıtratında.
hayırdır hasan, elindekiler ne?
-ömer ve osman'ın doğum gününü kutlayacağım.(mevzu bahis hastalar)
ikisinin de mi?
-eveet!
aynı gün mü doğmuşlar?
-oğlum sen mi hastasın onlar mı? deliler oğlum zaten bunlar, bugün doğum gününüz dedim, onlar da tamam dedi. ben de kutlayacağım işte eheheheh.
yanlış anlama ama diye başlayıp moralini bozmak istemiyorum yanlış anlama ama diyerek başlamaktan başka da bir çare kalmıyor yani yanlış anlama bu dediğimi de yanlış anlamani istemediğim için söylüyorum hani yanlış anlama ama
uykuda sayıklıyordu, ‘hayır, olamaz böyle bir şey. alın beni bırakmayın insanların arasında’ deyip duruyordu. gözlerini açtığı anda her şeyin koca sevimsiz bir kâbus olduğunu anladı. ne gördüğünü hatırlamıyordu, yalnızca bu son cümle vardı hatırında. onun da ne anlama geldiği belli değildi. galiba insanlar da böyleydi, bir kısmını bilsek bile geride çok anlamlı ve asıl kısım kalıyordu. kendisinin de böyle koca bir boşluğu vardı. ne yapacaktı şimdi? bilmiyordu. hayatla ilgili bilmediği o kadar çok şey vardı ki bir sınav yapılacak olsaydı kesinlikle hayat bilgisi dersinden kalırdı. hayatı bilmiyordu, yaşayamıyordu. o zaman bu nefes alıp vermek de neyin nesiydi? bu yiyip içmeler, bu tuvalet gereksinimi, bu cinsel doymazlık neyin nesiydi? kendini dizginlemeli miydi yoksa kaçıp gitmeli miydi? bu soruların yanıtlarını bilmiyordu. bilmediği yine çok şey vardı. yatağında bir sağa bir sola dönmeye başladı. kemikleri birbirinin içinde oynamaya devam ediyordu. yatağının içine baktı, bomboştu. hayatında olması gereken bir şey yoktu. hayır, bir şey değil birden daha fazla şey yoktu. bir kadın eksikti hayatında. bir çocuk eksikti, bir anne, bir kendi eksikti. ne kadar da çokmuş öyle. daha fazla düşünemedi. çünkü düşünmeye kalkacak olsa evrenin bütün kelimelerini kullanmak gerekecekti. birinci maddeye geri döndü, bir kadın yoktu evreninde. ne yerde ne gökte, ne de hiçbir yerdeydi. o zaman kafk da hiçbir yerde olmalıydı. o yoksa o kendi ülkesinden uzaktaysa, hiçbir surette topraklarına uğramıyorsa yaşamanın ne anlamı vardı? sorularının sayısının bir hayli arttığını hissetti. bu sorular da neyin nesiydi? nereden geliyorlardı? soruları sorgularken bile sorulara ihtiyaç duyuyordu. o zaman bu kaçamayacağınız, sonunda yakalanacağınız bir kovalamacaydı. ne yapsanız da ne etseniz de sonunda yakalanıyordunuz. kaçmanın anlamsız olduğunu anlayınca koşmayı bıraktı. artık yakalanabilirdi.
doğum günü mogum günü anlamam da angara hareketlerine dikkat etsin ben genelkurmay cumhurbaşkanı başbakanınızım türkiye cumhuriyetinin hem de amerikanın prezınt pirezınım
uykuda sayıklıyordu, ‘hayır, olamaz böyle bir şey. alın beni bırakmayın insanların arasında’ deyip duruyordu. gözlerini açtığı anda her şeyin koca sevimsiz bir kâbus olduğunu anladı. ne gördüğünü hatırlamıyordu, yalnızca bu son cümle vardı hatırında. onun da ne anlama geldiği belli değildi. galiba insanlar da böyleydi, bir kısmını bilsek bile geride çok anlamlı ve asıl kısım kalıyordu. kendisinin de böyle koca bir boşluğu vardı. ne yapacaktı şimdi? bilmiyordu. hayatla ilgili bilmediği o kadar çok şey vardı ki bir sınav yapılacak olsaydı kesinlikle hayat bilgisi dersinden kalırdı. hayatı bilmiyordu, yaşayamıyordu. o zaman bu nefes alıp vermek de neyin nesiydi? bu yiyip içmeler, bu tuvalet gereksinimi, bu cinsel doymazlık neyin nesiydi? kendini dizginlemeli miydi yoksa kaçıp gitmeli miydi? bu soruların yanıtlarını bilmiyordu. bilmediği yine çok şey vardı. yatağında bir sağa bir sola dönmeye başladı. kemikleri birbirinin içinde oynamaya devam ediyordu. yatağının içine baktı, bomboştu. hayatında olması gereken bir şey yoktu. hayır, bir şey değil birden daha fazla şey yoktu. bir kadın eksikti hayatında. bir çocuk eksikti, bir anne, bir kendi eksikti. ne kadar da çokmuş öyle. daha fazla düşünemedi. çünkü düşünmeye kalkacak olsa evrenin bütün kelimelerini kullanmak gerekecekti. birinci maddeye geri döndü, bir kadın yoktu evreninde. ne yerde ne gökte, ne de hiçbir yerdeydi. o zaman kafk da hiçbir yerde olmalıydı. o yoksa o kendi ülkesinden uzaktaysa, hiçbir surette topraklarına uğramıyorsa yaşamanın ne anlamı vardı? sorularının sayısının bir hayli arttığını hissetti. bu sorular da neyin nesiydi? nereden geliyorlardı? soruları sorgularken bile sorulara ihtiyaç duyuyordu. o zaman bu kaçamayacağınız, sonunda yakalanacağınız bir kovalamacaydı. ne yapsanız da ne etseniz de sonunda yakalanıyordunuz. kaçmanın anlamsız olduğunu anlayınca koşmayı bıraktı. artık yakalanabilirdi.
angara hareketlerine dikkat etsin
ben genelkurmay cumhurbaşkanı başbakanınızım
türkiye cumhuriyetinin hem de amerikanın prezınt pirezınım