varoluşçuluk diyorlar. nobel edebiyat ödüllü falan olduğunu söylüyorlar. aldım okudum. kısa da bir kitap. genel reklamlarından ziyade hayatta hiç kimsenin beni anlamadığını düşündüğum şu yaşlarımda sanki adam benmişim gibiydi. beni o kadar iyi anlıyordu ki. insanların basit olayları çok büyütmesine, aşka, insan ilişkilerine falan bakış açısı bana o kadar tanıdıktı ki. kendimi buldum kitapta. çok beğendim. tavsiyemdir.
toplum tarafından kabul görülen birtakım (ahlaki) davranışlara uymamanın, nasıl da aynı toplum tarafından dışlanmaya sebep olduğunu; harika bir şekilde ele almış, muazzam bir kitap.
iki yıl önce şu üstteki yorumu yazdığım zamanlarda da favori kitabımdı, yıllar sonra ikinci kez okuduktan sonra da..
içinde bulunduğum durumun ve düşüncelerimin hâlâ aynı olduğunu görmek bende yazıya dökülemeyecek kadar karmaşık düşüncelere neden oldu. bir de şimdi şu üstteki yorumumu şans eseri görünce, bir hatıra daha bırakmam gerektiğini düşündüm kendimce. kim bilir belki yıllar sonra tekrar gelirim umuduyla...
kitabı onca yıl sonra tekrar okuduktan sonra baktım ki düşüncelerim hâlâ aynı -hiç değilse büyük oranda benzer- "yıllar boyu hiç mi değişmedin be adam?" sorusu belirdi zihnimde bir anda. sonuçta aradan o kadar yıl geçmiş, onca farklı olaylar yaşamışım, bunların düşünüş tarzımı etkilemiş olması ve beni hiç değilse birazcık değiştirmiş olmasını ummuştum çünkü değiştiğimi düşünüyordum. bariz olan vurdumduymaz görünüşümün altına, her şeyi oldukça iyi düşünen ve önemseyen bir adam işledim diyordum fakat bendeki meursault basit bir dış görünüşten ibaret değilmiş hissine kapıldım yıllar sonra tekrar...
kendimi çokça sorguladığım zamanlarda da bu vurdumduymaz tavrımın aslında bir tembellik belirtisi olduğunu ve kendimi tembel bir insan olarak görmemek için kandırdığımı düşünür olmuştum. gerçekte hiç de düşünen ve önemseyen -iyi- birisi değil miydim yoksa? işte böyle bir dönemden geçerken üzerine suç ve ceza'yı okumak da beni iyice altüst etti. kendimce bir gerçeklik oluşturmuş ve bunun peşi sıra at gözlüğü takmış gibi ilerlediğimi hissettim.
sonuç olarak ne camus'nün meursault'su, ne de dostoyevski'nin raskolnikov'u bana çıkış yolunu göstermeyi başarabildiler. benim kendi romanımın (anti) kahramanı olduğum gerçeği gün gibi ortada çünkü...
içinde bulunduğum durumun ve düşüncelerimin hâlâ aynı olduğunu görmek bende yazıya dökülemeyecek kadar karmaşık düşüncelere neden oldu. bir de şimdi şu üstteki yorumumu şans eseri görünce, bir hatıra daha bırakmam gerektiğini düşündüm kendimce. kim bilir belki yıllar sonra tekrar gelirim umuduyla...
kitabı onca yıl sonra tekrar okuduktan sonra baktım ki düşüncelerim hâlâ aynı -hiç değilse büyük oranda benzer- "yıllar boyu hiç mi değişmedin be adam?" sorusu belirdi zihnimde bir anda. sonuçta aradan o kadar yıl geçmiş, onca farklı olaylar yaşamışım, bunların düşünüş tarzımı etkilemiş olması ve beni hiç değilse birazcık değiştirmiş olmasını ummuştum çünkü değiştiğimi düşünüyordum. bariz olan vurdumduymaz görünüşümün altına, her şeyi oldukça iyi düşünen ve önemseyen bir adam işledim diyordum fakat bendeki meursault basit bir dış görünüşten ibaret değilmiş hissine kapıldım yıllar sonra tekrar...
kendimi çokça sorguladığım zamanlarda da bu vurdumduymaz tavrımın aslında bir tembellik belirtisi olduğunu ve kendimi tembel bir insan olarak görmemek için kandırdığımı düşünür olmuştum. gerçekte hiç de düşünen ve önemseyen -iyi- birisi değil miydim yoksa? işte böyle bir dönemden geçerken üzerine suç ve ceza'yı okumak da beni iyice altüst etti. kendimce bir gerçeklik oluşturmuş ve bunun peşi sıra at gözlüğü takmış gibi ilerlediğimi hissettim.
sonuç olarak ne camus'nün meursault'su, ne de dostoyevski'nin raskolnikov'u bana çıkış yolunu göstermeyi başarabildiler. benim kendi romanımın (anti) kahramanı olduğum gerçeği gün gibi ortada çünkü...